Cumartesi, Nisan 27, 2024
No menu items!
Ana SayfaÜlke GündemiKılıçdaroğlu Grup Toplantısında konuştu

Kılıçdaroğlu Grup Toplantısında konuştu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında “Devrimlerin tek bir lideri olmaz ama her zaman devrime inanmış halklar olur. Tüm başarı halkın kendisinindir. Biz CHP’nin her bir neferi en az 25 milyondan oluşan haklımız ile birlikte onların lideri olarak değil, yoldaşı olarak; değişime ışık tutmaya devam edeceğiz. Haramilerin saltanatlarını liderler değil halklar yıkmıştır. Emin olun ki bu saltanatın yıkılması da sandığımızdan çok daha yakındır” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP TBMM Grup toplantısında gündemi değerlendirdi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün TBMM’de, CHP Grup Toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

“AKLIMIZI KULLANABİLİRSEK, TÜRKİYE’Yİ AYDINLIĞA ÇIKARACAĞIZ: 

Bir Kurban Bayramı’nı daha idrak ettik; acısıyla, tatlısıyla bir bayramı daha geçirdik. Acısız bir bayramı kutlamak Türkiye Cumhuriyeti’ne nasip olacak mı diye hep kafamda soru işareti var. Deprem oldu, büyük acılar yaşandı. Ama bazen kendi irademiz ile haksızlıklara kapı aralıyoruz. Devletin kendi iradesiyle haksızlıklara kapı aralaması aslında yüreğimizi yakan temel konulardan birisidir. Cezaevlerinde düşüncesinden ötürü, düşüncesini ifade ettiği için hapis yatan çok sayıda gazeteci var, hak savunucuları, avukatlar, siyasetçiler var. Hiç kimse 21. yüzyılın Türkiye’sinde düşüncelerinden ötürü hapse atılmamalı. Düşünce; özellikle de aykırı düşüncelerin ne kadar değerli olduğunu, aklını kullanan her kişinin bilmesi gerekir… Çok sık kullandığım bir örnek vardır: Aksini düşünmek. Elma ağacının altında yatan, Newton gibi… Kafasına düşen elmayı alır ve dünyanın en basit ve en aykırı sorusunu sorar, ‘bu elma niye yukarı gitmiyor.’ Bu aykırı düşünce, Newton’un yerçekimi kanununu bulmasına yol açar. O nedenle; düşünceden, aklımızı kullanmaktan hiç kimse ötekileştirilmemeli, hiç kimse yargılanmamalı. Eğer aklımızı kullanabilirsek, Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağız. Ama birileri, ‘Benim gibi düşünmediğin için ben seni hapse atarım’ derse, ülkede demokrasi olmaz.

AYDINLARIN, GAZETECİLERİN, ŞAİRLERİN YAKILDIĞI BİR TÜRKİYE ASLA KABUL EDİLEMEZ:

Acılar var, bayramda da yaşandı. Sivas Katliamının 30. yılı. Aydınların, gazetecilerin, şairlerin yakıldığı bir Türkiye asla kabul edilemez. Sadece Türkiye değil dünyanın hiçbir ülkesinde de kabul edilemez. Bir aydının, düşünürün, şairin, ozanın, ressamın; herhangi bir insanın yakılarak öldürülmesi kadar vahşi bir şey yoktur. Bu bir insanlık suçudur. O ateş hala yüreklerimizde yanıyor. Adaletin sağlanmadığı bir yerde bu ateşler hep yanar. Adaletin sağlanması lazım. Adaletin olmadığı bir dünyada insan haklarından söz edemezsiniz, doğa haklarından söz edemezsiniz, özgür düşünceden söz edemezsiniz, demokrasinden söz edemezsiniz; insan haklarından, hayvan haklarından söz edemezsiniz. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suçtur Sivas olayları. Bunun zaman aşımının olmaması lazım. Türk Ceza Yasası da bunu böyle öngörüyor zaten. Takipçisi olacağız ve olmaya da devam edeceğiz.

TBMM BAŞKANI KARAR ALIRKEN, SARAYDAN İRADE ALMAMALI: 

Can Atalay, hapiste 50 günü geçti. Nasıl bir ülkede yaşadığımızı, herhalde bundan daha güzel bir örnek göstermez… Halkın oyları ile milletvekili seçiliyorsunuz, milletvekili oluyorsunuz. Demokrasinin kuralları işliyor. Tutuklusunuz; hükümlü değil, mahkûm değil; tutuklusunuz ve dışarıya çıkarmıyorlar sizi. Yine ben Numan Kurtulmuş’a seslenmek isterim. Bir TBMM Başkanı; haksız yere, yasalara ve Anayasa’ya aykırı olarak hapishanede tutuluyor ve kendisi hiçbir girişimde bulunmuyorsa, kendisi TBMM’nin itibarını ayaklarının altına alıyor demektir. O nedenle Sayın Kurtulmuş’a tekrar çağrı yapıyorum. Nasıl bir yazı yazmam gerekir diyorsa, benzer uygulamalarını TBMM arşivinde bulabilir. Sayın Cindoruk’un yazılarını çıkarabilir. Sayın Cindoruk’un nasıl mücadele ettiğini görebilir orada. Artık TBMM Başkanı karar alırken, saraydan irade almamalı. Saray ne diyecek diye sormamalı. Çünkü o sarayın hakkını ve hukukunu değil, TBMM’nin hakkını ve hukukunu savunmak zorundadır.

BİR YARGICIN İRADESİ, SARAYA İPOTEK EDİLEMEZ: 

Gezi Davası tutukluları… Başlı başına bir dramdır bu da. Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mücella Yapıcı, Mine Özerden, Çiğdem Mater; tam 435 gündür bunlar hapisteler. Dava açıldığında, birisi yurt dışından geldi, kaçma niyetleri yok zaten, suç işlemediler ki kaçsınlar. Ama tutuklandılar. Şimdi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararını bekliyorlar. Ve bu kararın da bir an önce açıklanması lazım. Onlar da büyük bir olasılıkla, saraydan bekliyorlar görüş; gelen görüşe göre biz karar verelim diye. Bir yargıcın iradesi, saraya ipotek edilemez, bir kişinin iradesine ipotek edilemez. İpotek ediliyorsa; artık o savcı ve yargıç değildir. Yargı mensubu da değildir o, böyle bakmak gerekiyor.

İNSANDA BİRAZ ADALET DUYGUSU KIRINTISI OLUR: 

Osman Kavala, tam 2072 gündür, özgürlüğünden mahrum edildi. AİHM kararı var, ‘suçsuzdur’ diye. Türkiye’de iki ayrı mahkeme, tahliye edilmesi için karar verdi. İki ayrı mahkeme beraat için karar verdi. Ama kararları takan kim? Vicdan sahibi herkese sormak isterim, neden içeride? Sayısız uyarı var, yapmayın, etmeyin diye… Haksızlıklar karşısında Adalet Bakanlığı: kronik rahatsızlığı veya sorunu olanların cezalarının kaldırılmasına yönelik bir genelge çıkardı, bu genelgeyi de takan yok. 75 yaşında, 80-85 yaşında insanlar, eski komutanlar içerideler. Neden? İnsanda biraz vicdan, ahlak, adalet duygusu kırıntısı olur.

GİTTİĞİNİZ HER YERDE HAKSIZLIKLARI ANLATIN: 

Bunları bugün dile getirmiyorum sadece. Her ortamda dile getirmeye çalışıyorum, Mısır’daki sağır sultan da duysun diye. Eğer biz bunları dillendirmezsek, özgürlüğüne kavuşmalarını istemezsek, siyasetin görevimizi yapmıyoruz demektir. Bunların hiçbiri belki CHP’ye hiç oy vermedi. Ama bir siyasal partinin temel görevi, kendi ülkesinde demokrasiyi, hakkı, hukuku savunmaktır. Biz hakkı, hukuku ve adaleti savunuyoruz. Bunu gerçekleştirmek için çaba harcıyoruz. Çünkü bizim dokularımıza işleyen şu ilke vardır: Adalette çifte standart olmaz… Bütün milletvekili arkadaşlarıma, bütün yoldaşlarım; gittiğiniz her yerde haksızlıkları anlatın. Haksızlıklar karşısında asla susmayacağız.

BUNUN ADI KISACA HAİNLİKTİR: 

Merdan Yanardağ. Bir televizyoncu, bir gazeteci, bir yazar. Hangi gerekçe ile içeride? 7 gündür tutuklu. Bir komisyon oluşturduk gazeteciler ve avukatlardan. CHP grubu olarak oluşturduk. Gidildi ziyaret edildi. Bir gazeteciyi tutuklamak, bir televizyoncuyu tutuklamak hangi aklın işidir? Önce bekliyorlar, hiçbir şey yok. Troller devreye giriyor. Her türlü suçlama yapılıyor. Suçlamalardan sonra savcılar harekete geçiyor. Tutuklanmaması gereken bir konuda tutuklanma kararı veriliyor. Akıl alacak şey değil. Ama bunları Türkiye’de yaşıyoruz. İzmir’deydi yanlış hatırlamıyorsam, bir müzik çaldı minareden, onu paylaşan kişiyi tutukladılar ama onu yapan kişiyi görmediler. Çünkü bir karmaşa çıksın istiyorlardı. Bir kavga çıksın istiyorlardı. Bunun adı kısaca hainliktir. Bu ülkeye hainlik yapanları kendi aramızda da, ülkemizde de barındırmamak bizim temel görevimizdir.”

ULUSLARARASI TEFECİLER ARTIK BAKAN ATIYORSA, MERKEZ BANKASI’NA BAŞKAN ATIYORSA ÇOK CİDDİ BİR BEKA SORUNUMUZ VAR DEMEKTİR:

 Var olan kabineyi Düyun-u Umumiye Kabinesi olarak ilan etmiştim. Bu ülkeyi borç batağına sürükleyenler bir süre sonra, Batının tefecileri tarafından teslim alındı. Artık onlar ülkeye Hazine ve Maliye Bakanı tayin eder hale geldiler. Artık onlar Türkiye’ye, Merkez Bankası Başkanı tayin eder hale geldiler. Bu tablo, bizim kabul edebileceğimiz türden bir tablo değildir. Uluslararası tefeciler artık bakan atıyorsa, Merkez Bankası’na başkan atıyorsa çok ciddi bir beka sorunumuz var demektir. Sizden isteğim; milletvekilleri, kadın kolları, gençlik kolları, il başkanları, ilçe başkanları… Evet seçimler yapılmaya başlandı. Mahalle seçimleri ile beraber, bunu da anlatma yükümlülükleri var.

ERDOĞAN KONTROL EDEN DEĞİL, ARTIK KONTROL EDİLEN KİŞİDİR:

 ‘Denize düşen yılana sarılır’ diye güzel bir atasözümüz var bizim. Öyle bir noktaya getirdiler ki, önce Türkiye’ye borç verdiler. Borç batağına sürüklediler. Şimdi emir alır hale geldiler. Ne diyor güzel bir söz. ‘Borç alan emir alır’ diyor. Şimdi emir alıyorlar. Dünyanın kaderini parayı kontrol eden belirler. Erdoğan kontrol eden değil artık kontrol edilen kişidir. Uluslararası tefecilerin kontrol ettiği ve yönlendirdiği kişidir. Düne kadar; ‘faizi artırmam, artıramam, asla bunu yapmayacağım’ diyen kişiye tükürdüğünü yalatmak da bu uluslararası tefecilerin görevleri arasında olmuştur. Biz, CHP olarak bunları içimize sindiremiyoruz. Bizim temel görevimiz ülkenin siyasal ve ekonomik bağımsızlığını sağlamaktır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BANKALARINDA DOLAR CİNSİNDEN TUTULAN PARANIN ORANI YÜZDE 65,9:

 Öyle bir noktaya geldik ki borçta, dışarıya mahkûm olduğunuz zaman dışarının parası ile de işlem yapmaya mahkûm oluyorsunuz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin bankalarında dolar cinsinden tutulan paranın oranı yüzde 65,9, dolarizasyon. Türk lirası geçmiyor. Sadece çarşı ve pazarda geçiyor. Paranız varsa bankada tutuyorsunuz, dolar olarak tutuyorsunuz. Böylece paranızın değerini korumaya çalışıyorsunuz…

İLK GÜNAH İŞLENDİ: 

Kendi vatandaşında bile dolar ile borçlanan bir hükümet, asla ülkeye sağlıklı bir hizmet götüremez. Buna iktisatçılar ‘ilk günah’ derler. Kendi ülkenizde, kendi vatandaşınızdan Türk lirası ile borçlanırsınız. Ama yeri geldiğinde dolar ile borçlanıyorsanız, bunun adı iktisatta ilk günahtır. İlk günah işlendi ve şimdi buradan çıkamıyorlar. Bankalardaki mevduatın yüzde 70,3’ü mudilerin, yani vatandaşların sadece binde 6’sına ait. Gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu ve 85 milyonun kimlere hizmet verdiğini göstermesi açısından ilginçtir… Döviz kurundaki 1 liralık artış; 25 liraydı dolar 26 lira oldu; veya 23 liraydı 24 lira oldu; 1 liralık artışın maliyeti devletin borçlanması açsından 145,5 milyar lira. 1 liralık artışın maliyeti devlete 145,5 milyar lira. 1 liralık artışın getirdiği yükü 85 milyon insan ödüyor. Tabii doları olanlar değil, beşli çeteler değil, onlar kazanıyorlar. Onlara şimdilik hiç kimse dokunmuyor. Çünkü onlar siyasetin de şeklini belirliyorlar.

CHP, BİR TEK ADAM PARTİSİ DEĞİLDİR:

 Değerli dostlarım, değerli yoldaşlarım… Hepinizin bildiği gibi, CHP bir tek adam partisi değildir. Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk’ten bugüne CHP, her zaman bir kadro partisi olmuştur. Bir tek adam partisi hiç olmamıştır.

CHP, ZULME KARŞI DUVARDIR: 

Tarihinde doğruları ve yanlışları olmuştur. Eleştiriliyor, övgüler yapılabilir. Yazılıyor yüzlerce kitap, binlerce makale yazıldı. Bu hareket, her zaman ve her zaman ezilenlerin, sesi duyulmayanların, haksızlığa uğrayanların, adalete susamışların yanında olmuştur. CHP, zulme karşı milyonları kapsayan, kucaklayan çoğulcu bir duvardır. Cumhuriyetimizin temellerinde, demokrasi mücadelemizin tam ortasında birlikte üretme ve hakça bölüşme arzusunun inşasında; CHP’nin, kadrolarının imzası vardır.

CHP’NİN TÜM KADROLARI, KİŞİSEL İKBALLERİNİN PEŞİNDE KOŞMAMIŞLARDIR: 

CHP’nin tüm kadroları dünden bugüne siyasi yaşamlarının hiçbir döneminde kişisel ikballerinin peşinde koşmamışlardır. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk gibi saray ve işgal kuvvetlerinin kendisine sunduğu ihtişamlı hayatı elinin tersi ile iterek, idam edilme pahasına Kuvayi Milliye’yi kurmuş, uçurumun kenarındaki yıkık bir ülkeden genç bir Cumhuriyeti kurmayı başarmışlardır. Örneğin İsmet İnönü 1950 seçimleri sonuçlarını ‘Benim en büyük zaferimdir’ diye nitelendirmiştir. Örneğin Ecevit, uluslararası tüm tehditlere ve siyasi yaşamını zora sokma pahasına Kıbrıs’a Barış Harekâtı düzenlemiş, Beşparmak Dağlarına Türk bayrağı dikmeyi başarmıştır. Deniz Baykal, 1 Mart tezkeresindeki kararlı duruşu ile Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta Doğu kaosunun dışında tutmayı başarmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile ifade etmek gerekirse, CHP’nin kuruluşundan günümüze tüm yönetici kadrolarının ortak ideali, felsefesi; vatandaşlarımızı her türlü ayrılıktan ve ayrışmadan uzak tutmaktır. Mustafa Kemal böyle söyler. Her türlü ayrılıktan ve ayrışmadan uzak tutmaktır.

TÜRKİYE, OTORİTER BİR İKTİDAR TARAFINDAN TESLİM ALINMIŞTIR:

 Bugün ve özellikle de son 10 yılda Türkiye giderek büyüyen bir ekonomik kriz ile karşı karşıyadır. Hepimiz bunu görüyoruz. Hayatımızda biliyoruz. Toplumun, coğrafyamızın neresine giderseniz gidin bunu hissediyorsunuz. Ekonomik buhran giderek sosyal yaşamı zehirlemeye başlamıştır. Özellikle aile yapısını temelden sarsmaya başlamıştır. Boşanma davalarının çığ gibi artması bunu en önemli göstergesidir. Yaşadığımız onca sıkıntı yetmiyormuş gibi uygulanan göçmen politikası ülkemizin demografisini değiştirmiş, Türkiye’yi Avrupa’nın sığınmacı deposu haline getirmiştir. Daha acı olanı ise iktidar ailesi üyelerinin, dış ülkedeki mal varlıklarının ülkenin dış politikasında pazarlık unsuru haline gelmiş olmasıdır. Açıkça söylemek gerekirse; Türkiye bu ve benzeri korkunç sorunun sorumlusu, kaynağı olan otoriter bir iktidar tarafından teslim alınmıştır.

BİR FİNCAN KAHVEDEN 40 YILLIK HATIR ÇIKARTTIM: 

Bu gerçekler karşısında CHP olarak sessiz durmamız, klasik politika araçları ile klasik muhalefet yapmamız beklenemezdi. Konumum gereği yapılması gerekenleri yapmalıydım. Ne mi yaptım? Asla görüşülemez denilenlerle görüştüm. Bir araya gelinemez denilenlerle, toplumsal kesimlerle bir araya geldim. Daha önce görmezden gelinen tüm toplumsal kesimleri helalleşmeye çağırdım. Hiç kimseyi ötekileştirmedim, hiç kimseye kin tutmadım. Ülkemizin farklı toplumsal, siyasal, kültürel kesimleri ile bir fincan da olsa kahve içtim. Bir fincan kahveden 40 yıllık hatır çıkarttım. Tüm bunları herkes için hak, herkes için hukuk, herkes için adalet hedefi ile yaptım.

BATIYA ŞİRİN GÖRÜNEYİM DİYE YANLIŞ OLAN GÖÇMEN POLİTİKASINI ELEŞTİRMEKTEN GERİ DURMADIM: 

Birlikte, hep birlikte kardeşçe ve özgürce yaşayalım diye bütün bu çabaları gösterdim. Batıya şirin görüneyim diye yanlış olan göçmen politikasını eleştirmekten geri durmadım. Doğuya şirin görüneyim diye Uygur Türklerine uygulanan politikaya ses çıkarmaktan vazgeçmedim.

TÜRKİYE’Yİ BU KABUSTAN ÇIKARMAK İÇİN YOLUN SONUNA KADAR KARARLILIKLA MÜCADELE EDECEĞİZ: 

Biz ülkemizin tüm sorunlarının çözümü için, sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik tüm sorunlarına karşı akılcı çözüm önerileri ile vatandaşlarımızın karşısına çıktık. Tüm sorunların çözüm adresi olarak da TBMM’yi adres olarak gösterdik. Eğer bizim hayat görüşümüz haksızlığa karşı mücadele ise, yani bizim hayat görüşümüz haksızlığa karşı mücadele ise doğru yolda olmanın verdiği haz her şeyden üstündür. Aslı mücadele devrimi, değişimi gerçekleştirdiğimize de haklının yanında kalabilmektir. Yani hayatınızda haksızlığa karşı mücadeleyi bırakacaktır, ne de seçimi alamadık diye mücadeleyi bırakacağız. Türkiye’yi bu kabustan çıkarmak için yolun sonuna kadar kararlılıkla mücadele edeceğiz.

25 MİLYON KİŞİNİN TAMAMI HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSMAMA, DİLSİZ ŞEYTAN OLMAMA İNANCIMIZIN KOALİSYONUNDA OLMAK İSTEDİLER: 

Bir gerçek daha… Ne ben tek başıma 25 milyon kişiyi bu namuslu davama kattım, ne de tek başına CHP kattı. Bir gerçeği de çok iyi bilmemiz lazım. Ne mutlu bize ki bu 25 milyon kişinin tamamı haksızlık karşısında susmama, dilsiz şeytan olmama inancımızın koalisyonunda olmak istediler. Çünkü onlar mücadelemizin parasız, pulsuz, çıkarsız ve namuslu yolun bu olduğunu gördüler. Onlara burada sadakat ile iş yok, liyakat ile iş var dediğimiz için geldiler. Onlara burada çıkar birliği yok, halkın birliği var dediğimiz için geldiler. Onlara burada saray saltanatı ve bu saltanatın ayrıcalıkları yok, her alanda hakça bölüşüm var, vatanseverlik var dediğimiz için geldiler. Onlara burada adrese teslim ihaleler yok, beşli çeteler yok, hak edene hak ettiği kadar var dediğimiz için buraya geldiler. Onlara burada, çete kuramazsınız, büyük paralara sahip olamazsınız; ancak hak ettiğiniz kadar para alırsınız dediğimiz için geldiler. Öyleyse biz doğru yoldayız ve doğru yolda olmaya ne pahasına olursa olsun devam edeceğiz.

BİR ARAYA GELEBİLDİYSEK, BÜYÜK BİR DEĞİŞİMİ ZATEN BAŞLATMIŞIZ DEMEKTİR: 

Gelelim, değişim ve liderlik meselesine. Bir kere bizler 25 milyon gibi birçok ülkenin toplam nüfusuna sahip insanla birlikte; çıkarsız, parasız, sadece ama sadece hakkın yanında olmak için bir araya gelen bir koalisyon kurduysak; başörtülüsü, başı açığı, seküleri, Atatürkçüsü, milliyetçisi bir araya gelebildiysek; büyük bir değişimi zaten başlatmışız demektir. Ama biz, toplum olarak neyin değiştiğine değil neyin değişmediğine bakarsak hata yapmış oluruz. Değişen şeyler yüzde 20’lerden yüzde 48’lere uzanan kitlelerdir. Değişen şeyler, asla görüşülemez denilen cenahlarla görüşmek, ittifak yapmaktır. Değişen şeyler ‘Neden bizden değilsin’ diye o tarafı görmezden geleceğine, onların yanına gidip, ellerini tutmaktır. Bugün bu değişimleri yaparak 25 milyonu davamıza kattık. Yarın 35 milyonu davamıza katacağız. Bundan hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın. Anlatmaya çalıştığım şu: 25 milyonu bir araya getirmenin başarısının sadece bana, yani sadece lidere ait olmadığıdır. Bizler, yani hakkın yanında olanlar, haklının yanında olanlar, insanların kimliğini ve inancını, yaşam tarzını siyaset malzemesi yapmayan 25 milyon kişiyiz biz. Tüm kara propagandaya, yapılan sahtekarlıklara, devletin gücüne, sarayın kullandığı devlet bürokrasisinin gücüne rağmen haksızlığı görüp, hakkın yanında yer alabilmişsek, bu başarı 25 milyon olarak hepimizindir, hepimizin başarısıdır.

BU BİRLİKTELİĞİ BAŞARISIZLIK OLARAK TANIMLARSANIZ, O ZAMAN TEK BAŞIMA KARŞINIZA DİKİLİRİM: 

Başarıyı tek başına üstlenmem. Ama bu birlikteliği başarısızlık olarak tanımlarsanız, o zaman tek başıma karşınızda dururum ve karşınıza dikilirim. Çünkü 25 milyona dokundurtmam. 25 milyonun hakkını ve hukukunu kimseye yedirtmem. Çünkü onlar hiçbir çıkarı olmayan, saray saltanatına rağmen, sarayın sahtekarlıklarına rağmen halkın ve hakkın yanında duranlardır. Sayımızı 25 milyona çıkarma başarısı hepimizindir. Buradaki değişimin mimarı tüm CHP’lilerle birlikte Millet İttifakı’nın tüm mensuplarıdır. Parti olarak veya bireysel olarak zulmün karşısında haktan, hukuktan, adaletten yana kim bizimle birlikte olmuşsa bu başarı hepimizindir ve bu başarı herkesin başarısıdır. Eğer bu 25 milyona ulaşan başarı yeterli değilse, başarısızlık benimdir. Bu sayıyı artıracak yeni değişimleri üretme görevi de benimdir. Bugünkü görevim 25 milyondan 1 kişiyi bile feda etmeden, ülkemin namuslu, vicdanlı, hakkın yanında olacak kitlelerin sayısını artıracak süreci yönetmektir. Masalar kurarak, Halil İbrahim Sofraları kurarak, birleşerek, mücadeleye yorulmadan devam ederek, ileriye doğru değişimin sadece bir gün değil, hayat boyu süren bir süreç olduğunun idraki ile yönetmektir.

HAKKIN YANINDA DURANLARIN KİTLESİ OLACAK:

 Gelecekte bu partinin elbette başka liderleri de olacaktır. O zaman da bugün de ben aynı kalacağım. Bugün CHP lideri olmam ya da olmamam hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü biliyorum ki saray saltanatının karşısında halk olarak hep beraber durup, mücadelemizi sürdüreceğiz; otoriter bir yönetimden Türkiye’yi kurtarıncaya kadar. Kazanımlarımızı geriye değil, ileriye taşıyacak değişimi hep birlikte başaracağız. Tüm yoldaşlarımın şunu akıllarından çıkarmamalarını isterim. Ben CHP’nin başında olsam da olmasam da birleştirdiğimiz bu 25 milyonluk demokrasi kitlesi, hakkın yanında duranların kitlesi olacak ama hiçbir zaman bir liderin güdümünde olmayacaktır.

BU SALTANATIN YIKILMASI DA SANDIĞIMIZDAN ÇOK DAHA YAKINDIR:

 Sizler zaten bir lider ya da bir kişinin güdümünde olmamak için bir araya geldiniz. Hiçbir zaman birleşmeyi, mücadeleyi ve her çeşit başarıyı tek bir isme sakın indirgemeyin. Bizler hepimiz değişimin ancak bir parçasıyız. Devrimlerin tek bir lideri olmaz. Ama her zaman devrime inanmış halklar olur. Tüm başarı halkın kendisinindir. Biz CHP’nin her bir neferi en az 25 milyondan oluşan haklımız ile birlikte onların lideri olarak değil yoldaşı olarak değişime ışık tutmaya devam edeceğiz. Haramilerin saltanatlarını liderler değil halklar yıkmıştır. Emin olun ki bu saltanatın yıkılması da sandığımızdan çok daha yakındır.”

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER