Cuma, Mayıs 3, 2024
No menu items!
Ana SayfaGenelProf. Dr. Garip Turunç Yazdı: ''Kadim Zengin Antakya'm Göçük Altında''

Prof. Dr. Garip Turunç Yazdı: ”Kadim Zengin Antakya’m Göçük Altında”

Antakya, bütün dinleri, kültürleri bir arada barındıran dünyanın en eski yerleşim birimlerinden bir kent. Şehre ilk yerleşenlerin Hatti topluluğu olduğu düşünülmektedir.  Seleucus krallarına (milattan önce 305-280) başkentlik yapmış (şehrin adı da Seleucus’un babası olan Antiochus’tan gelmekte), Roma çağındaki ihtişamı dillere destan olmuş, imparatorluğun üç büyük metropolünden biri olarak imparatorların gözdesi olan ve bir zamanlar; Doğunun Kraliçesi; “Tanrı Şehri”; lakablarıyla anılmış olan Antakya, Azizler Petrus ve Pavlus’un, Mesih İsa’nın öğretisini anlattıkları, inananlara ilk kez “Hristiyan” adının verildiği kutsal kent. Doğal taş döşeli sokakları, kendine özgü nitelikteki avlulu evleri, bunların içindeki yaşam biçimi ile Antakya bu kültür mozaiği içinde bugünlere kadar gelerek kendini kanıtlamıştır. Bu yüzden UNESCO tarafından “Barış Kenti” olarak seçilmiştir.

.

Antakya’m zengin. Sosyo-Kültürel yapısı zengin. Katolikler, Gregoryenler, Yahudiler, Sünniler, Aleviler, Nusayriler, Türkler, Araplar, Ermeniler. Bir arada yaşamanın küçük bir modeli. Türkiye mozaiğinin parçası. Dünyaya örnek olabilecek türden bir havza, bir barış vitrini.

 

Antakya’m zengin. Ekonomisi, sanayisi değil, ama geçmişiyle, tarihi ile zengin. Habib-i Neccar Camii, Romalılar tarafından öldürülen ilk Hıristiyanlardan bir marangoz adına inşa edilen, daha sonra camiye çevrilen kilise. İslamiyet’in ikinci halifesi Hazreti Ömer’in komutanlarından Ebu ubeyde bin Cerrah, tee 636 yılında Antakya’yı fetheder, bu camiyi inşa eder ve tanrılı dine inanan ilk kişinin adını verir. Cami olmasına rağmen, bugün hâlâ Hıristiyanların belli günlerde ayin yapmalarına olanak sağlayan cami. Ve Müslümanlaşmış Habib-i Neccar. Adeta Mani’nin öğretisini devam ettiren bir tarzda, Müslümanların, Musevilerin, Hrıstiyanların bayramlarını kutlayan Nusayriler.

Antakya’m zengin. Dilleri zengin. Burada farklı dinlerden insanlarımızın, toplumun büyük çoğunluğundan farkı, “çok dilli” konuşmaları; Arap kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımız Arapçayı ve Türkçeyi, Ermeni kökenli vatandaşlarımız hem Ermeniceyi hem de Türkçeyi konuşuyorlar. Aralarındaki iletişimde üç ayrı referans var. Bu üç ayrı referans, onların bu topraklarda yaşayan diğerlerden daha iyi hissedebilmelerini sağlıyor. Başkası gibi bu topraklara ait dilerden sadece birini bilen birine kıyasla çok daha fazla sermayeye sahipler. Onlar Türkiye de yaşayan ve sadece Türkçeyi konuşandan daha zenginler. Ve bunun yurtsever olmaya asla engel olmadığını da gördüm, yaşadım. Oralar babaocağı memleketim, orada doğdum; çocukluğum, ilk gençliğim, ilk nefesim, ilk gülüşüm, ilk hıçkırığım, ilk aşk yaralarım, ilk hayalim, bir dğüne katılışım, sokaklarda oynadığım saklambaç orada geçti ; oraların, toprağını, suyunu, insanını bilirim.

 

Her yaz aylarında babaocağina tatile gittiğimde birkaç kez uğradığım Antakya Uzun Çarşısı. Bütün yüreğimle söyliyebilirimki, büyük şehirlerde artık neredeyse nostalji haline gelen, o hasret kaldığımız esnaf ahlakı, orada yaşar. Kimse kimseyi kolundan çekip, dükkanına sürüklemz. Kimse kimseyi kazıklamaz. Özellikle yemek fıyatlar, sanırsın İstanbul’un on yıl öncesine aittır… “Fiyatlar niye bu kadar uygun?” diye merak ederseniz, “ yemeği lezzetli yapan fiyatı değildir, biz sizi burada paranızı almak için ağırlamıyoruz, güzel yemek yidirmek için ağırlıyoruz” derler. Kimi baharatçı, kimi ipekçi, kimi gümüşçü, kimi fırıncı, kimi künefeci, kimi çökelekçi, kimi kasaptır. Kim Türk, kim Ermeni, kim Müsevi, kim Alevî, kim Sünni, belli değildir. Ama hepsi namusludur. Ahlakları tek’tir.

 

Antakya çarşısı yıkıldı. Türk katolik kilisesi yıkıldı. Antakya sinagogu. Dünyanın bilinen en eski Yahudi cemaatlerinden olan Antakya musevi cemaatlarımız 2 200 yıldır kesintisiz olarak orada yaşıyor. 14 kişi kalmışlardı. Sinagog yıkıldı. Ezan geçice olarak sustu. Çan çöktü. Hazzan ise göçük altında.

 

Hatay Akeoloji Müzesi. Gezerken 19 bin yıl öncesini seyredersiniz, 19 bin yıl. Dünyanı en büyük mozaik müzesidir. Dionysos keyifle şarap içer. Afrodit alımlı salınır. Eros okunu fırlatır. Urartu oradadır. Asur orada. Üç bin yıldır toprak altında Hitit kralı Suppiluliuma’nın karşısında durursunuz, hayret edercesine açılmış patlak gözlerine bakarsınız. Duvarında M.S. 65 yılında vefat eden SENECA isimli bir düşüre ait olan; “Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anlamı kaybetmek.”… “Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir.” “Ölüm her şeyi eşit kılar.”… bir lahit yazıyı okursunuz.  Büyük İskender bu topraklarda dolaştı. Sezer bu topraklarda dolaştı. Bu yüzden siz de o müzede dolaşırken, bastığınız zeminini adeta canlıymış gibi hissedersiniz. Hatay Arkeoloji Müzesi’nin yıkılan bölümleri var. Hatay meclis binası. Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararının alindığı, tarihimizin en önemli binalarından biri… Yıkıldı.

 

Tarih boyunca en çok can kaybının yaşandığı 4 depremden ikisinin olduğu şehir Antakya. Tahminlere göre M.S. 115 yılında İmparator Trojan döneminde 7,5 şiddetinde meydana gelen depremde 260 bin kişi hayatını kaybetmiş. M.S. 525 yılında 1. Justinyen döneminde 7 büyüklüğündeki depremde ise 250 bin kişi ölmüş. 1053’te St. Peter kilisesi dahil tüm yapılar yıkıldı, 10 bin vefat. 1822’de son 500 yılın en şiddetli depremi, 30 ile 60 bin arası vefat. Öyle ki son büyük deprem olan 1872 yılında Antakya’nın üçte biri yerle bir olmuş yaklaşık 1000 vefat. Bugüne kadar ya depremler yada istilalar ile yıkılmış şehirdir Antakya. 1872’deki son büyük depremde ahşap olan ve yıkılan Kilise yerine taştan yapılan ülkemizin en güzel ve heybetli 10 Kilisesinden biri olan Azizler Petrus ve Pavlus Rum Ortodoks Kiliseleri maalesef bir kez daha yıkılmıştı. Ve 6 Șubat 2023 depremi, son verilere göre 5 bin 111 vefat, 15 bin 613 yaralı.

 

Aradan neredeyse 2 bin yıl geçmişken, bilim ve teknoloji de devasa gelişmeler sağlanmışken ve bu bölgenin bir  fay hattı üzerinde, bir deprem bölgesi olduğu gerçeği biliniyorken neden bunları yaşıyoruz?

 

Malesef Atatürk’ün, 22 Eylül 1924’te, Samsun’da ; “Efendiler ! Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı içn en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlimin ve fenin haricinde yol göterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır.” sözlerini unutuyoruz. Bilimden uzaklaştıkça, kurallar ve denetimden kaçtıkça, liyakatsiz siyasi kadrolaşmalara sessiz kaldıkça bu ve benzeri afetlerde benzer sonuçların yaşanacağını öngöremiyor muyuz?

 

Tarih tekerrürden ibaret derler ya. Keşke tekerrürden ibaret olmasaydı. Tarih bir kez daha yok oldu o canım memleketim yerle bir oldu. Kentim karanlık, kentim susuz… Kentim ölmüş ve çürümeye yüz tutmuş insan kokusu içinde… Çocuk ve gençken arşınlandığım sokakları yok artık… O sokakların yerinde şu an parçalanmış binaların molozları var sadece… İlk insanların yerleşmeye başladığı coğrafyam, betonlar altında şimdi. Tarihi meclis binası, tarihi Cami’ler, tarihi kileseler, sinagoglar, tarihi çarşılar, eski Antakya evleri. Sıradan bir şehir değildi Antakya. Benim gibi, o topraklarda doğanlar o şehirde yaşasalarda, yaşamasalarda ruhen bağlı oldukları şehirdir Antakya.

 

Tarihte onlarca kez yıkıcı deprem geçiren ve yeniden inşa edilen tarihi kent bir kez daha yok oldu. Anılarımız, geçmişimiz, çocukluğumuz, geleceğe dair umutlarımız, herşeyimiz silindi. Atalarımız bu kadim, kutsal şehri geçmişte nasıl inşa ettilerse, “Hatay benim şahsi meselemdir” diyerek  sahiplenip anavatana kavuşturdularsa,,and olsun bizlerde bu şehri Atatürk’e, tarihine kültürüne layık olarak yeniden inşa edip ayağa kaldıracağız. İçimiz her daim belki buruk kalacak ama küllerimizden yeniden doğacağız.

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER