Kutuplaştırıcı siyaset, 31 Mart seçimlerinde toplumda nefret uyandırmıştır. Kavgacı dil Cumhur İttifakı’na oy kaybettirmiştir. Cumhur İttifakı, İstanbul’da kaybedilmiş bir seçimi geri kazanmak için olağanüstü itiraz hakkını kullanmıştır. Seçim hukuku öngörülebilir değildir. Seçmen, Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) güvenemiyor. Çünkü YSK, siyasi partilere eşit davranmıyor, benzer olaylar için farklı kararlar verebiliyor.
Oysaki milletin ortak istemi; çağdaş, demokratik bir hukuk düzenidir. Bunun yolu da darbe hukukundan arınmış yeni bir anayasayı, uzlaşma kültürü içinde tartışarak kabul etmektir. Toplum olarak, bugünlerde yaşamakta olduğumuz acı gerçekler var: TBMM’nin yetkileri kısıtlanmış, denge ve denetleme mekanizmaları yok edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile denetimsiz bir ‘yürütme organı’ yaratılmıştır.
İşin özü: Devletin çatısı çökmüştür! Partili Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla Meclis’in yasama yetkisine fiilen ortak olmuştur. Cumhurbaşkanı devleti ve milleti temsil etmek yerine, belli bir siyasi görüşün temsilcisi haline gelmiştir. Bu da denge olması gereken Cumhurbaşkanlığı Makamı’nın, denge unsuru olmaktan çıkmasına yol açmıştır. Tek kişiye parlamentoyu fesih yetkisi verilmiş, milletin Meclisi’nin geleceği bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak sözcüğe bırakılmıştır. Meclis’in bütçe hakkı ve yetkisi fiilen alınmıştır.
Bu adımların, 15 Temmuz hain darbe girişimine karşı, ‘Gazi Meclis’ unvanına yakışan bir direniş sergileyen bir meclis tarafından atılmış olması ise başka bir hazin tablodur. Ayrıca Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı da fiilen sona ermiştir!
Dolayısıyla da Türkiye; insanlık tarihinin en yoğun dönüşümlerinin yaşandığı, toplumlar arası iletişim ve etkileşimin olağanüstü bir hız kazandığı, büyük imkânların ve risklerin aynı ölçüde ve eşzamanlı olarak devreye girebildiği bir tarihi sürecin içinden geçmektedir. 31 Mart seçimleri ve ardından yaşananlar ile birlikte ortaya çıkan toplumsal ve siyasal tablo iktidarın ve ülkemizin geleceği ile ilgili kamuoyuna açık, şeffaf ve sağduyulu bir muhasebenin yapılmasını gerekli kılmıştır.
31 Mart seçimleri basiret ve sağduyuyla incelenmesi gereken önemli sonuçlar doğurmuş, dikkate alınması gereken önemli mesajlar vermiştir. İktidarın ve ülkemizin geleceği için bu mesajların doğru anlaşılması ve gereğinin yapılması büyük bir önem arz etmektedir. Milletimizin tercihlerindeki değişikliklerden gerekli dersler çıkarılmaz, atılması gereken adımlar kararlılıkla atılmaz ise hem iktidarı hem de ülkemizi zor bir dönem beklemektedir.
Bu çerçevede iktidar, çeyrek asırdır yönetiminde bulunan İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıklarında alınan sonuç olmak üzere, Ak Parti’nin toplumsal desteğinde görülen azalma gerçeğiyle yüzleşmek ve bunu sağduyulu bir şekilde değerlendirmek durumundadır.
DEVLET VE MİLLET
Hatırlatmakta fayda var: Devlet, milleti oluşturan insanların ortak iradesinin tecessüm etmiş halidir ve o irade olmadıkça varlığını sürdüremez. Devlet, bizim dışımızda var olan değil, toplumu oluşturan bireylerin iradesiyle var olan bir siyasi organizma ve toplumdan meşruiyet aldığı ölçüde kalıcı olabilecek bir idare mekanizmadır.
Dolayısıyla da insanı, onun temel haklarını ihmal eden veya ikincil konuma indirgeyen hiçbir devlet baki olamaz. Milletin gözyaşı, emeği, aklı ve yüreği ile kurulan Cumhuriyet ve ülkemiz, hırslarına esir düşmüş dar ve çıkarcı bir kadronun ikbal kaygılarına terk edilemez.
Bu çerçevede, vakit kaybetmeden, Devletin kurumsal yapısı güçlendirilmeli, istişare ve ortak akıl mekanizmaları etkin bir şekilde çalıştırılmalıdır. Cumhuriyet asli niteliğine ve işlevine kavuşturulmalıdır. Devletin millet ile olan bağı demokrasi temelinde yeniden inşa edilmelidir.
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte gelen ittifak yapılanmaları beklenenin aksine siyasi yelpazedeki dağınıklığı gideremediği gibi siyasi kutupların oluşmasına ve toplumu bir arada tutan ortak değerlerin yıpranmasına yol açmış görünmektedir. Seçim sürecinde ittifak yapılarının cepheleştirici karakterinden kaynaklanan sert söylemler siyasi kutuplaşmayı tehlikeli boyutlara taşıyarak, toplumsal barışımızı ve ortak aidiyet bilincimizi zedelemiştir.
Seçimlerde yarışanlar düşmanlar değil, siyasi rakiplerdir. Kazanan ise sandıktan kim çıkarsa çıksın milletimiz ve demokrasimizdir. Bu sonuca saygı duymak da herkesten önce siyasilerin görevidir. Beka endişeleri demokrasiyi askıya alam heveslerinin gerekçesi olamaz. Aksine devletimizin bekasının temeli demokratik meşruiyettir.
Beka söylemi ile rakip partileri düşmanlaştırmanın, siyasi rekabeti aşan kutuplaşmanın nelere sebep olabileceği ne yazık ki Ankara/Çubuk’ta aslında hepimizi birleştirmesi gereken bir şehit cenazesinde gerçekleşen çirkin saldırıda yaşanmıştır. CHP liderine ve heyetine dönük bu saldırı ‘kınama’ mesajlarıyla geçiştirilemez. TBMM’de Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi araştırma önergesi, AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir. Bu zihniyet, kızgın demiri soğutamaz, Türkiye ittifakını sağlayamaz. Kendileriyle barışık olmayanlar, bu toplumu bölmek için ellerinden geleni yapıyorlar; renkleri karıştırıp halkı yanlışa götürüyorlar, ülkeyi kaosa sürüklüyorlar. Oysaki bu ülkede herkes demokratik düzen içinde hareket etmeye ve kutuplaştırıcı siyesi söylemlerden uzak durmaya mecburdur.
Milletin huzuru, devletin bekası ve toplumun düzeni için en temel unsur ortak aidiyet bilincidir. Hepimizin her an zihnimizde tutması gereken en temel gerçek şudur: Türkiye Cumhuriyeti, 82 milyon vatandaşın ortak iradesinin ve sahiplenmesinin eseridir. Gün devlet aklını, insan onuru ve millet vicdanı ile buluşturma günüdür. Siyasetin temel amacı, insanların mutluluğudur! Dolayısıyla da siyaset her koşulda hem vatandaşlara hem de siyasi rakiplere karşı sevgi, saygı ve centilmenlik içerisinde yapılmalıdır. Siyasette değişmekten, gelişmekten korkanlar; geçmişe takılıp kalma hastalığından kurtulmalıdır. Çünkü bu ülke hepimizindir!