Perşembe, Mayıs 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe Yazıları      “Kapıda Bekleyen Demokrasi”

      “Kapıda Bekleyen Demokrasi”

    Prof.Dr Garip Turunç

Yazdı     

“Kapıda Bekleyen Demokrasi

Bir ülkede devlet iktidarı merkezde güçlenerek yetkileri biriktirmiş ve merkezi iktidarı dengeleyecek erkler oluşmamışsa orada demokrasi kapıda bekliyor demektir.

 

“Devlet, işte o benim” (L’Etat, c’est moi) sözü Güneş Kral diye bilinen ve 1643 yılında 5 yaşında tahta çıkarılıp, 1715’e kadar tahtta kalan, Fransa Kralı XIV. Louis’ye ait. Mutlakiyetçi Kral, bu süreçte merkezileşmeyi ve bürokratikleştirmeyi arttırdı, yönetimi kişisel olarak kullandı.

 

Oysa gelişen katılımcılıklarıyla ve uzlaşı kültürleriyle İngilizler daha istikrarlı bir sistem kurdular. 1215’ de İngiliz baronları (feodalleri) Londra’da Magna Carta Libertatum ile Kral Yurtsuz Jean’ın yetkilerini sınırlıyorlardı.

 

Zaman içinde burjuvaların 17. yüzyıla ait çeşitli bildiri ve belgelerle hukuk güvenliği ve müşterek hukuk (common law) oluşturarak bu çizgiyi sürdürmeleri monarşi etrafında demokratik bir gelişmenin kapılarını açarken, Osmanlı İmparatorluğu 1808’de Sened-i İttifak ile tökezliyordu.

 

Alemdar Mustafa Paşa’nın zorlamasıyla oluşturulan, aslında daha çok ayana yükümlülükler getirip, Padişahı yemin dışı bırakan Sened-i İttifak’ı II. Mahmut hiç uygulamamış, kendisini sınırlayacak yerel güçleri de tasfiye ederek merkezde iktidarı mutlaklaştırmıştı. Sened-i İttifak’ın yükünden kurtulan ve feodal ve askeri güçlerin oluşturduğu engelleri ortadan kaldıran II. Mahmut, rakipsiz ve sınırsız bir güce ulaşmış, onu dengeleyecek bir erk ve kurum kalmamıştı. Devlet ve merkez güçlendirilirken, merkezi güçler arasında (Saray, sadrazam, ordu, ulema ) iktidarın belirleyicisi olarak Saray öne çıkıyordu.

 

1839-1876 sürecinde de Tanzimat ile birlikte oluşan bürokrasi, padişahın yetkilerini sınırlamaya başlıyordu. Ancak II. Abdülhamit, Tanzimat’ın bu yükselen siyasi gücünü hizaya sokarken, iktidarının karşısında onu dengeleyecek hiçbir unsur bırakmadı. Meclisin (Heyet-i Ayan), Rus Savaşı sırasındaki askeri başarısızlığı ve yolsuzluk iddialarını sorgulamasını tehlike olarak görüp, parlamentoyu tatil etti, Tanzimat ile oluşmuş bürokrasiyi kontrolü altına alıp kadir-i mutlak bir egemen olarak hüküm sürmeye başladı. Yıldız Sarayı’nda nazırları devreden çıkararak taşra ile bu dönemde sayıları 5’ten 28’e ulaşacak mabeyin katipleri aracılığıyla doğrudan iletişim kurarken, hem merkezi daraltarak güçlendiriyor hem de iktidarı şahsileştiriyordu. II. Abdülhamit de tek adam olarak İmparatorluğu modern bir devlet ve büyük bir İslam gücü haline getirme düşünü taşıyordu. II. Meşrutiyet mutlak gücü sınırlarken ülke yalancı bir bahar havasına giriyordu. Nitekim kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki iktidarı bir darbeyle elde edecek ve merkezde belirleyici tek güç haline gelecekti.

 

Mutlakiyetçi siyasi kültür, Milli Mücadele’de yerel unsurlarla demokratik temsil yoluyla yapılan ittifakla aşılırken, adem-i merkeziyetçi bir temele oturan 1921 Anayasası ile merkezin yetkilerinin bir bölümü taşraya devrediliyordu. Ancak 1924 Anayasası ile birlikte merkezin yerelle yetki paylaşımından vazgeçildi. Mustafa Kemal, yapılacak devrimlerle toplumu tepeden modernleştirerek Batı Medeniyeti’ne ulaştırma düşüyle rejimi devletçi-merkeziyetçi-otoriter bir eksene oturtuyor, merkezde rakipsiz ve sınırlanamayan bir güç olarak iktidarı mutlaklaştırıyor ve şahsileştiriyordu.

 

Merkeziyetçi-otoriter yapı varlığını çok partili hayata geçildikten sonra da devam ettirdi. Bu sefer merkeziyetçi yapının ürettiği askeri bürokrasi kendisine eklemlenmiş güçlerle birlikte çevrenin seçerek merkeze gönderdiği partilerle iktidar çatışmasına girdi.

 

Bu çatışma AKP’nin iktidar olduğu 2002’den sonra daha da şiddetlendi. AKP iktidarı, merkeziyetçi-otoriter yapıyı temsil eden güçleri AB kriterleri doğrultusunda yaptığı reformlardan aldığı güçle geriletti. Ancak siyasi iktidar, 2011 yılından başlayarak demokratik reformlardan vazgeçip, kendi genel başkanının merkezdeki iktidar gücünü genişletmesine destek verdi. Böylece merkezdeki denetlenemez güç Cumhurbaşkanının şahsında tecessüm etti.

 

Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen, bir tür başkanlık sistemine 9 Temmuz 2018 günü geçti.  Çoklu, çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü nitelikleriyle barışı ve hukuk güvenliğini sağlayacağıyla övülen, “Türkiye’yi uçuracak” diye pazarlanan bu ucube başkanlık sisteminde umduğumuz demokrasi 2023 yılının başında da yine boynu bükük bir vaziyette kapının dışında bekletilmekte.

 

Buradan demokrasinin kapısı açılırmı? Deyişim mümkün mü? Türkiye’nin, kendi kaderini belirleyeceği 14 Mayıs Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken, aklı başında her vatandaşın sorusu, meselesi budur.

 

Seçimler bir iktidar değişikliğiyle sonuçlanmazsa, iş, gerçekten kötü. Bir süre sonra Erdoğanın “güçlü Türkiye, güçlü devlet” sloganına dayalı milliyetçi cazibe politikaları sorunları maskeleyemez bir noktaya gelecek ve otokrasi devam edilecek.

 

Peki seçimleri muhalefet kazanırsa? Altı ayrı siyasi partinin kuracağı bir yönetim düzeni işliyebilir mi? Yaşadığız krizlerle başa çıkabilirmi?

 

Altılı Masa birçok konuda eleştiriliyor. Kurucu siyaset, gelecek tasavuru ve aralarındaki bağlantı bunlardan başta geleni. Masanın kimi konularda verdiği kırgınlık, kararsızlık mesajları, aday ve yöntem modeli hakkında ayak sürüdüğü duygusu bir diğeri…

 

İkinci sorun, şu veya bu şekilde, şu veya bu sonuçla, 13 Șubat’ta aşılacak. İlk sorunun tam tedavisi yok. Ancak kısmen de olsa, ortak bir siyasi program, krizlerin nasıl, hangi politikalarla aşılacağı sorularına yanıt verebilir. Nitekim bu konuda önemli bir noktaya ulaştı Altılı Masa. Ortak tartış adayının seçim bildirgesini, hükümet programının eksenini oluşturacak ve konsensüs esasıyla hazırladı, kamuoyuna açıkladı. Ayrıntılı ve kapsamalı… Ortada 9 ana başlık 75 alt başlık ve 2 bin 300’den fazla vaat var.

 

Bu program yeni bir Türkiye ufkundan çok, bir restorasyon programını “krizden kurtuluş reçetesi”ni ifade ediyor.

 

BU demokrasi kapını açmak için kendi başına önemlidir ve adaylık tartışmalarının gölgesinde kalmamalır.

 

Șimdi muhalefetin yapması gereken, önce bunları sistematik, vurgulu siyasi bir dile çevirmek, bu dili ülkenin siyasi ve kültürel hassasiyetleriyle benzemek; bu program uygulamaya geçirildiğinde ülkenin nasıl şekilleneceğini somut bir fotoğraf olarak insanların zihninde canlandıracak bir kampanya başlatarak Cumhurbaşkanı adayı, siyasi parti genel başkanları, belediye başkanlarıyla hep birlikte sahaya çıkmaktır.

 

 

 

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER