Cumartesi, Mayıs 4, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe YazılarıProf. Dr. Garip Turunç Yazdı: ''Dünya Bomba Olup Patlasa Ödün Vermeyenler''

Prof. Dr. Garip Turunç Yazdı: ”Dünya Bomba Olup Patlasa Ödün Vermeyenler”

Ülkemde siyaset, olması gerekenden çok daha fazla hayatların merkezindedir. Merkezi siyasetin dili, bakış açısı, gerilimi, vizyonu veya vizyonsuzluğu hepsi birden sokağın ve sıradan insanların hayatını belirliyor. Konuşmalarını, aidiyetlerini, dostluklarını, samimiyetleri ve garezlerini şekillendiriyor. Bir siyasi görüşe yakın olmak bile çoğu kez yeterli olmadığı için, fanatizm boyutunda pozisyon almak zarureti doğuyor.

İktidar ile muhalefet birbirlerine nasıl davranıyorsa, iktidar ve muhalefetin tabanları da aynı tarzı benimsiyor. En önemlisi de sokaktaki insanın dili ve bakış açısı merkezin tarzı ve tavrıyla birebir örtüşüyor. Tahammül ya da tahammülsüzlük sınırları da örtüşüyor… Siyasal merkezler neyi seçiyorsa insanlar onu seviyor, neyi sevmiyorsa sevmiyor.

Siyasal ve sosyal meseleleri konuşmak kolay da analiz edebilmek zordur. Mayıs 2023 kavşak seçimler yaklaştıkça, içinde bulunduğumuz durumu kavrayabilmek için objektifliği gözeten; ajitasyonla duyguları yakalamanın peşinde koşmak yerine, gerçeğe ulaşmak, doğru olanı bulmak için aklı ve sağduyuyu esas alan bir dile ihtiyaç var. Tarihi bir perspektifle, insanı insan yapan “düşünme” ediminin hakkını vermeye çalışmamız gerekir.

***

Osmanlı Devleti’nde, vergilendirilen halka “reaya” denirdi. Tebaa (vatandaş) statüsündeki reaya tabanını oluşturan ümmet; memur, asker, zanaatkâr, çiftçi ve köylüleri kapsardı. Bu tebaa içinde elbette tüccarlar da vardı. Ama büyük çapta ticaret, seri imalat gibi kapsamlı ekonomik ve finansal etkinlikler, önce kendiliğinden, sonra dış dayatmayla gayrimüslim (Run, Ermeni, Musevi vs.) azınlıkların ayrıcalıklı alanı olmuştu. Padişah, devlet demekti. Tüccar ve imalatçı olmayan Müslüman tebaanın can sahibi; kulluğundan hoşnutsa paşalık, han hamam, toprak ve ekmek veren efendisiydi. Kâh velinimet (büyük iyilik, yardım), kâh “zalim kısmet” olabilirdi. Hoşnut değilse hem verdiklerini geri, hem de kellesini alır, sıkışınca vergi salıp iyi gününde ulufe (maaş) dağıtırdı.

1789 Büyük Fransız Devrimi’nden sonra dünyaya yayılan “yurttaşlık” algısı, zaten matbaa ve sanayi devrimini de ıskalayan Osmanlı mülküne uğramadı. Her şeyden önce ticaret ve imalat yapan reaya gayrimüslimler, İslam halifesine kulluğu içselleştirmediği; büyük ölçüde de dünyayı izlediği ve yaptığı iş gereği zekâsı geliştiği için yurttaşlık bilinciyle buluştu. Hakkını savunmayı, sonuçta pek kazanamasa da öğrendi. Ama paşasından marabasına (ortakçılığına), sahip olduğu her şeyin Padişah/devlet tarafından bazen keyfi olarak alınıp verilmesine koşullanan Müslüman tebaa; hak etmek nedir, neye hakkı vardır, neye yoktur pek bilemedi… Hatta liyakati, çoğu zaman verilen rütbe ya da makama değil; rütbe ve makamı “lütfeden” efendiye vefa hizmeti sandı! Hak etmeden ihsan, nimet, lütuf dağıtımına alıştı…

Cumhuriyet, ticaret ve finans dünyasının gemlerini gayrimüslimlerden alıp Müslümanlara vermek için, çok acımasız yöntemler kullandı! Kulluğa koşullanan çok etnili bir ümmetten, “Türk” kimliği altında özgür bir millet yarattı. Kadını ve erkeği yasa önünde eşitledi, ulus ve yurttaşlık bilinci aşılamaya çalıştı. Müslüman ümmet, el hak, ticarette pek yetenekli çıktı. Nüfusun yoksul bile olsa görerek öğrenen ya da okuyup yazınca gözü açılan yarısı, Osmanlı kulluğu kolayca terk etti, yurttaşlığı özümsedi ve hakkını aramayı da öğrendi. Ama geniş genelinde dindar, muhafazakâr ya da eril aşiret/aile baskısından kurtulamayan ve zaten kurtulamaması için cahil bırakılan bir nüfus, toplumsal belleğine yer eden kulluk zihniyetini değiştirmedi.

Aynı çevrede yetişen ama az çok eğitim, epeyce de oportünist kurnazlıkla sınıf atlayan AKP muktedirleri de, sefalarının ancak “kullanışlı cahiller” sayesinde süreceğini biliyorlardı. İçinden çıktıkları halk tabanına, genetik belleğindeki kulluğa uygun davranarak bir söylemle ortaya çıktılar: “Geçmişte gereği gibi yaşamanız engellenen inancınızı, özgün kültürünüzü ve değerlerinizi, mahrum bırakıldığınız refahı sizlere bugün; yarının şimdiden üretmeye başladığımız teknolojisinden, olanaklarından ve zenginliğinden yararlandırarak yaşatacağız.” (…) “ Geri dönüşümüz muhteşem olacak. Mağduriyetlerin tamamını yenip, hepsinin üstüne çıkacağı. 2023’te Türkiye, dünyanın ilk on ekonomisi arasına girecek!”

Dindar, muhafazakâr kitle, bu söylemi kabul etmiş ve o toplumsal kurgunun içine gönüllü girmişse, benimsemişse, yıllardır meyvesini de almışsa; üstelik o toplumsal kurgunun siyasi örgütlenmesi tüm gerekleri ve araçlarıyla yapılandırılan devlet biçiminde güce dönüşmüşse, siz istediğiniz kadar hayat payalığını, geçim zorluğunu, uygulanan ekonomik politikaların saçmalığını anlatın, alay edin; kitlenin bireyleri bu girişimi bugünkü yoksulluklarını dikkate alan, çözüm getirmeye çalışan, çözüme karşı çıkanlarla mücadele ederek kendilerini kucaklayan bir iktidarın yarına umutla bakmayı sağlayan icraatı olarak görürler. Daha önceki yazılarımda da belirtiğim gibi, Bediüzzaman’ın tabiriyle “dünya bomba olup patlasa” bu inançlardan da ödün vermezler.

Daha düne kadar duruş olarak ilkeselliği çok farkli olan bu tabanın, bugün tam tersi görüşleri güç bizde diyerek içselleştirmiş olması acı bir tablodur. Acıları bugün bizler çekebilir,  görmezden de gelebiliriz. Lakin yarın evlatlarımıza bunun maliyeti çok yüksek oranda çıkması nerede ise kesin olarak bellidir.

***

Global Akademy ve Akademetre tarafından 1000 kişiye 26 ilde yapılan bir araştırma, Prof. Dr. Mustafa Ayhan tarafından ekip arkadaşlarının katılmasıyla evvelsi gün açıklandı. Onların önemli bir kısmı Kadir Has Üniversitesi’nde görevde ama bu yıl üniversite ve hatta diğer çeşitli kurumlar mali destek vermemiş ve ekip, her yıl yapılan araştırma eksik kalmasın diye kendi finansmanlarıyla, tam bağımsız olarak yapmış araştırmayı. Tam bağımsız mı, sonuçlar iktidarın pek hoşuna gidecek gibi. Artık günahları boynuna!

İki saatlik sunumda en can alıcı sonuçları en sona saklamışlardı: Seçim sonuçlar, durum bıçak sırtı! Muhalefetin adayı kim olursa olsun birinci turda kazanan aday yok! Cumhur İttifakı 48.8 iken Millet İttifakı artı HDP 48.9 çıkıyor bu enkette! Parlamento ise ilginç: Millet İttifakı artı HDP 50.1

Araştırma ders alınacak ipuçları var: Altılı masa tek aday üzerinde konssolide olmalı. Çoklu adayla hiçbir şansları yok! Çoklu aday çıkardığı takdirde AKP seçimleri kendi adayından şaşmıyor. Muhalefet o gruptan seçmen ikna etme ve oy alma çabasından vazgeçerek kendi seçmenlerine yoğunlaşıp onları kızdırmamalı. Kafesteki kuş, ağaçtaki kuştan iyidir! Artık milliyetçi muhafazakâr ve dindar tavlamaktan vazgeçsin CHP, o mahallede şansı yok. İYİ Parti seçmeni ise en güvenilmez seçmen çıkıyor ankette. Șahsen benim hiç inanmadırıcı bulmadığım Muharrem İnce’nin yüzde 2-3’lük oy potensiyeli olduğunun çıkması. Z kuşağının iktidarı değiştirmek istediği de çıkmıyor bu enkette, milliyetçi ve dindar hassasiyetler en yüksek bu yaş kuşağında görünüyor. Yani dindar ve kindar nesil eğitimi başarıya ulaşmış görünüyor.

Anketen çıkan vahim tablo bu…

Neyse ki yarın var, umutlların en sevdiğim gün…

Can Yücel, “Bir Aile Meselesi” adlı şiirinde, hiç vazgeçmiyeceğimiz bir umudu anlatır. Cılız da olsa, tutsak da, bu dallara umut bağlayacağız elbet. Bir gün onların bir ana gövdede buluşacağı inancını yitirmerden…

“Dayan kitap ile,

Dayan iş ile

Tırnak ile diş ile,

Umut ile, sevda ile, düş ile.

Dayan, rüsva etme beni.“

 

 

 

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER