Cuma, Mayıs 3, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe YazılarıProf. Dr. Garip Turunç Yazdı: ''Lider Olmak Kolay Değil''

Prof. Dr. Garip Turunç Yazdı: ”Lider Olmak Kolay Değil”

Lider; büyük halk kitlelerini, bir ulusu, bir ideal için peşinde sürekleyecek kadar dirayet sahibi olan, halkın güvenlik duygularında sevgi ve saygılarla büyüyen, mucadelesiyle “ulusal kimliği” hak eden kişidir.

 

Lider; öncüdür, kurtarıcıdır, kurucudur. Yaratıcı zekâdır, idealleri vardır, heyecan yaratır, kitleyi sürükler.

 

Lider, uzun vadeli düşünür, kendine güvenir, çevresine de güven verir, icraatın da Ne? ve Niçin? Sorularını gündemden düşürmez. Yani, her yaptığı işi, önceden sorgular. İcat eder, kendine özgü bir kişiliği vardır.

 

İyi bir lider, kendini tanır. Bunun içinde kendinin öğretmenidir. Sorumluluk alır. Başkalarından çalmaz, ilgi duyduğu, her şeyi de öğrenir. Başarılı olduğu en iyi icraatı ise, kendi tercübe ve deneyimleridir. İyi bir lider, kendini tanıma yanında, çevresini ve yaşadığı dünyayı da tanıması gerekir.

 

Bu yüzden lider olmak kolay değildir. Liderlik herkese uygun bir görev değildir. Liderlik ruhu olan kişiler başkalarını harika işler yapmaları için motive etmelidir. Mümkün olan en iyi sonuçlara ulaşmak için ne zaman ve nasıl risk alacağını bilir. Liderlik tamamen açık bir fikre, esnekliğe ve sorumluluk duygusuna sahip olmaktır. Liderler, altlarındaki kişilerin de denklemin büyük bir parçası olduğunu akıllarında tutmak zorundadır.

 

“Liderler güçleri nedeniyle değil, başkalarını güçlendirme yetenekleri nedeniyle mükemmelleşir.” (John C. Maxwell)

 

***

 

Narsisizm, kısaca özseverlik demektir. Her insan bir parça özsever duygular besleyebilir. İnsanların bir bölümü kendisiyle övünmek, başkaları tarafından ilgi görmek, beğenilmek arzusu güder. Ancak bu durum abartılmış bir benlik haline dönüştüğünde hastalıklı bir durum söz konusu demektir. Özsever bir kişinin hayranlık duyduğu yegâne figür kendisidir. Bu bakımdan benmerkezcidir ve onun için başkalarının hiçbir önemi, değeri yoktur. Empati duygularından yoksundur. Sanki yeryüzündeki her şey kendisi için vardır ve kendisinin hizmetinde olmalıdır. Başkaları ya da diğerleri onun için bir araçtan farksızdır. Başkalarının düşünce ve eylemleri kendi amacına uyduğu sürece zararsızdır. Aksi halde dayanılmazdır. Önlerine engel çıkarıldığı zaman da kendilerine hâkim olamaz ve hatta giderek saldırgan tutumlar sergiler. Çevresindeki insanları hafife alır, onlara tepeden bakar. Prestije, genelde güç kullanarak erişmek ister. Daima önde olmak, yönetmek ihtiyacı hisseder. Bu durum ise kendilerini çevreleyen sosyal ve doğal çevre için çoğu kez tehlikeli bir hal alır.

 

Yıllar sonra “Erdoğan dönemi siyasi ortamında aklınızda kalan ne var?” diye sorsalar kuşkusuz şu cevabı veririm; “Kibir, güç sarhoşluğu, kabalık, toplumu ayrıştırma ve hakaret.” Hiçbir eleştiri kabul etmediği gibi beğenmediği bir şey söyleyenlere karşı aşağılama yöntemini kullanıyor.

 

Erdoğan’nın 2019 seçimlerin de İYİ Parti lideri Meral Akşenere’e sözleri: “Birileri şu an cezaevinde süre dolduruyor aynı yola sen de düşebilirsin. Neden? Cumhurbaşkanı’na iftira atamazsın. Hanımefendinin kaçacak deliği de yok. Çünkü o milletvekili de değil. Onunla hemen hesaplaşacağız. Onun hesabı ağır olacak.”(9 Mart 2019)

 

Rize’de Akşener’e tertipli yakışıksız tavırlar üzerine Erdoğan’ın sözleri: “Bu daha bir. Daha neler olacak neler, daha dur bakalım. Bunlar iyi günler.” (26 Mayıs 2021)

 

Muhalefet hakkında benzer sözleri çok. Ülkedeki genel baskı havası, yargıya yaygın güvensizlik de belli… Dövülen, yaralanan muhalif gazeteciler, politikacılar…. Cumhur İttifakı tarafında “bizde deli çoktur” sözleriyle ifade edilen tavırlar… Ve Cumhurbaşkanı’nın “Bizim adımıza dikkat et. Benim adım Tayyip, soyadım da Erdoğan. Erdoğan’na da dikkat et. Tayyip ismine de dikkat et. Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni kendinle uğraştırma.” sözleri…

 

Ve, geçen hafta  TV’da bu sözlerin söylendiğinin ertesi gün İstanbul İYİ Parti binası kurşunlanıyor. Olay aydınlanmadan, böyle bir ortamda akla ne gelir? Tehditler, saldırılar, ”bizde deli çoktur“ lafları hafızalarda olduğu için İYİ Parti camiasında bunun siyasi bir saldırı şüphesiyle karşılanması doğaldır. Medya da “silahlı saldırı” diye haber yaptı.

 

Akşener’in değerlendirmesi de böyle oldu: “Seçime 1,5 ay kala, Recep beyin üçüncü tehdidi üzerine partimiz kurşunlanmıştır. Daha önce dendi ki bana, ‘bu günler iyi günlerin daha neler göreceksin’; lince uğradım. ‘Sen bu işlerl yanlış yapıyorsun bayan’ dendi, evim basıldı. Velhasılı kelam bu sefer de ‘Beni kendinle uğraşmaya mecbur bırakma, beni kendinle uğraştırma’ dendi. Bugün de partimizin İstanbul il başkanlığı iki yerden kurşunlanmıştır.”

 

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik “saldırı”yı lanetledi. Ondan bu medeni davranışı bekledim. Ama Akşener’in Cumhurbaşkanı hakkında sert eleştirilerinin “yakışıksız ve provkatif olduğunu” söyleyerek kınadı aynı zamanda.

 

Çelik’ten bir beklentim daha var; Cumhurbaşkanı’na “yakışan dil” nedir, yakışmayacak “provokatif dil” nasıl olur?…  Bunun cevabını alacağımı sanmıyorum.

 

Cumhurbaşkanı’nın, “bunlar daha iyi günler, daha neler olacak” şeklinde konuşması toplumsal hafızada yer etmiştir, çünkü hiç mi hiç beklenmezdi böyle bir konuşma. Nitekim bizim tarihimizde bir benzeri yoktur.

 

Oturup düşünmek zamanı: Bu tavırlar neye yaradı? Evet, Reis’e sadık bir seçmen kitlesi ve aktif ekipler oluştu. Fakat böyle görüntü veren bir ülkeye yatırım gelmemesine, ekonomik sorunların ağırlaşmasına, kitlelerde şikayetlerin yaygınlaşmasına da sebep oldu.

 

Ilimli ve kapsayaıcı davransaydı, kendini 2011 seçimlerinde zirveye çıkaran tavır ve reformist politikalara devam etseydi bu duruma düşer miydi?

 

***

Günümüzde “aktör” temelli sığ politikalar, popülist ve karizmatik lider tiplemelerini öne çıkarmakta, toplumların temel sorunlarının derinine tartışılması yerine bu figürleri siyaset arenasına dayatmaktadır. İnşa edildikten sonra lider figürlerinin, toplumların liderlik algıları ve beklentilerine göre albenili paketler olarak pazarlandıkları görülmektedir. Oysa ki, önümüzdeki seçimlerde toplum sadece farklı siyasi öneriler arasındaki bir tercih değil, aynı zamanda, belki bundan çok daha fazla, kişisellik ve kurumsallık arasındaki bir tercih yapacaktır.

 

Türkiye için demokrasiye ve rasyonneliğe geri dönüşüm olmazsa olmazı şekli kuralı, kurumsallık; kurumsallığın öngördöğü kollektif akıl/işleyiış, denetim/hukuk ve katılım mekanizmalarıdır.

 

Geldiğimiz noktada, mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, demokratik bir geri dönüş için, ideal cumkurbaskanı;

 

1°-) Siyasetin içinden, denenmiş, ufku ve kişiliği bakımından test edilmiş, demokratik bakımından öngörülebilir, güven veren biri olmalıdır…

2°-) Siyasi güç ve başarıyı temsil ederken, bunlar ile demokrasi, özgürlük, çoğulculuk arasında bağ kurabilecek bir kişi olmalıdır. Kişisel siyasi hırsı ve egosunu geride tutmayı bilen biri olmalıdır.

3°-) Hem siyaset ve devlet hem siyasi iktidarın parçaları arasında ilişkileri dengeli, uyumlu işleyişi sağlıyabilecek biri olmalıdır.

4°-) Çatışmayı, hakaret etmeği, kutuplaşmayı değil, bir aradaılığı ve kültürel barışı temsil edecek ve taşıyacak biri olmalıdır.

 

Bu zaviyeden bakınca, Kılıçdaroğlu ismi gerek İmamoğlu ve Yavaş karşısında gerek Erdoğan ve İnce karşısında demokratik değerlerle kuşatılmış toplum-siyaset ilişkisine en uygun isimdir. Temsil ettiği siyasal ve ideolojik ittifak, zamanın ruhuna uygun olduğu için kazanacaktır.

 

 

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER