Perşembe, Mayıs 9, 2024
No menu items!

KÖRLÜK

                                                                 

Prof .Dr Garip Turunc 

yazdı

KÖRLÜK

 

 

 

 

Görememek, gözlerini kapatmak yahut bir engel olarak körlüğün yanına, görme eylemini hiç tadamamanın sonucu bu duyunun bir/birkaç nesil sonra tamamen yitirilişini de eklemek gerekebilir ileriki zamanlarda. Görmek doğal ve istemsiz olduğu kadar bir arzu, bir merak, bir ilgi eylemidir çünkü. Daha iyi görebilmek için yaklaşılabilir, daha geniş görebilmek için uzaklaşılabilir; görmek istememek ise bir akıl oyunudur; bir tercih, bir ret mekanizması olarak da işler/işletilir. Gözlerini yumanların, yumulmasına izin verenlerin bambaşka hesapları vardır. Görmeyi istemediği şeyleri unutur ve onların yerine hayal ettiği, kurgu bir dünya oturtur. Başta romantizm, hatta saflık/temizlik derecesinde iyi niyet taşıdığı düşünebilecek bu tavır aslında tamamen muhafazakarlıkla ilintilidir. Böyle travmatik bir kör, gözlerinin olmadığına, onların bir hastalık çukurundan ibaret yaradılış hatası diye adlandırılması gerektiğine inanır.

 

Bu tür körler, gören birini alayla karşılayacak, onu cehaletle, delilikle suçlayacaklardır. Gerçeğin yeniden tanımlanmasının aralarında kimseye faydası yoktur ve zaten gerçek tanımlanamaz; onlara göre gerçek hissedildiği, mistik öğeler barındırdığı ölçüde geçerlidir. Maddesel bir karşılığının olması onu var etmez. Görmedikçe geliştirdiklerini savundukları diğer duyuları, inançlarıyla hayatta kalmayı başarabilmişlerdir – yeni bir gerçek tanımı onlar için lüzumsuz, tehlikeli, günah ve haramdır.

 

Kör, görmediği için mutsuz değildir. Gören, körler görmediği için mutsuzdur. Bu çetrefil, sosyolojik bir çatışmanın fitilini ateşler hep: Müdahale hakkının nereden edinildiği ve sonuçlarına birilerinin katlanıp katlanmayacağı. Sürekli gerçeğin yeniden tanımlanması tartışılacak ve her iki taraf da kendi düzenini sürdürmek, kalıcılığını görüşte kanıtlamak uğraşı verecektir: Aydınlanmanın ütopyasında liderliğini ilan eden ile karanlığa gömülmenin zavallılığında cahilliğiyle övünenin kapışması.

 

***

Dünya çapında tanınmış Portekizli yazar José Saramago, 1995’te yayımladığı ve 1998’de Nobel Edebiyat ödülüne layık görüldüğü “Körlük” adlı romarında hayli provokatif bakış açıları sunuyor. Konusu, kurgusu ve betimlemeleriyle iyi ki okumuşum dediğim bir kitap oldu. Empati kabiliyetimi sonuna kadar kullandım diyebilirim. Hayatımız boyunca en az bir kez düşünmüşüzdür, “kör olsam ne yapardım” diye. Kitabı okurken hâlâ görüyor ve hâlâ yazabiliyor olduğum için şükür ettim.

“Körlük” oldukça sarsıcı bir roman. Bilinmeyen bir ülkede hiç bilinmeyen bir nedenle sıradan bir vatandaşın kör oluvermesiyle başlıyor ve tüm şehri etkisi altına alan “bulaşıcı” salgın bir hastalık gibi yayılıyor. İnsanlar, genç-yaşlı, kadın-erkek, zengin-fakir fark etmeksizin teker teker kör olmaya başlıyorlar. Korku ve panik duygusunun hakim olmasının bir sonucu olarak ahlaki değerlerin çöküşü olarak tanımlayarak; Körlük metaforu üzerinden bir sistem eleştirisi de yapan eser, beklenmedik bir anda salgın ile karşı karşıya kalan bir toplumun nasıl yok olabileceği, o toplumda yaşayan bireylerin nasıl bencilleşebileceği ve tüm ahlaki değerlerini yitirebileceği gibi pek çok kritik noktaya değinmektedir.

Bu körlüğü bilinen körlükten ayıran, insanların karanlık yerine aydınlıkla kör olmaları. Gönderme aşikâr: Orwell’in tasavvur ettiği yokluktan değil, Huxley’in tasavvur ettiği bolluktan mütevellit bir körlük bu.

Hastalığın sebebini yahut tedavisini bulamayan, büyük bir hızla yayılmasını engelleyemeyen otoriteler, kör olan insanları büyük bir akıl hastanesinde karantina altına almaya karar veriyorlar.

İlk körlerden biri olan göz doktoru karantinaya alındığında eşi onu yalnız bırakmak istemez ve kör olduğunu söyleyerek eşiyle birlikte akıl hastanesine gider. Doktorun eşi, tüm şehirde gözleri gören tek kişidir ve oldukça cesur bir kadındır. Ne yazık ki her an kendisinin de kör olacağını düşünür ve bu korkuyla yaşar. Herkesten gördüğünü saklar. Ülkede ne düzen, ne de yönetim kalır. İnsanlar açlık ve pislik içinde hayatta kalmaya çalışırlar. Kaba kuvvet ve zorbalıkta çabasıdır. Hayal gücünün yetmediği bir kaos başlıyor.

***

Thomas Hobbes’un tasavvur ettiği “doğa hâli” gerçekleşiyor. Hobbes’a göre akıl ya da ahlâkî prensipler, insan iradesi üzerinde hiçbir etki yapmaz. İnsanı peşinde sürükleyen, menfaat, haz elde etme isteği, acıdan, zorluktan kaçınma arzusu gibi hislerdir. İnsan davranışının temelinde “hayatta kalma arzusu, varlığını devam ettirme isteği” yatar. İnsanın en büyük korkusu, ölüm korkusu olduğu için insandaki en temel dürtü, ondaki arzu ve nefretlerin nihaî amacı, hayatta kalmaktır. Bu sebeple sürekli olarak ayakta kalmak ve varlığını korumak isteyen insanın bunu sağlamak için peşine düşeceği tek şey vardır: Güç. Daha fazla güç. Geri kalan herkesi korkutup, kendine boyun eğdirecek kadar güç.

Saramago’nun romanında, ellerine silah geçirip körler arasında “gücü” elde eden küçük bir grup, geri kalan körleri soyuyor, aç bırakıyor, her açıdan acımasızca istismar ediyor.

Öylesine karanlık bir tablo ki bu!..

Saramago’nun alegorisinde yakaladığım göndermeleri birkaç iktibasla aktarmak istiyorum:

Korkunun modern insanı zaten kör etmiş olması: “Korku, insanı kör eder, dedi koyu renk gözlüklü genç kız, Haklısınız, gözlerimiz görmemeye başlamazdan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek.” (s. 149)

Umudu yitirmenin insanı körleştirmesi: “Aslında körlük biraz da bu: Hiçbir umudun kalmadığı bir dünyada yaşamak.” (s. 233)

İktidarı elde etmenin insana erdem kazandırmaması: Papaz giysisi giymekle papaz olunmadığı gibi, eline asa almakla da kral olunmaz, bu gerçeği hiç unutmamak gerekir. (s. 233)

Saramago’nun “Körlük” romanını okurken bunun bir bilimkurgu türü ürünü olmadığı hissine kapıldım; bahsedilen ülke çok tanıdık geldi bana.

Romanını herkese tavsiye ediyorum.

 

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER